Skip links

“Borç Olarak Verilen Paranın Ne Zaman Geri Ödenmesi Gerekir?” Sorusuna İlişkin Önemli Bir Yargıtay Kararı

Günümüz ekonomik koşullarında kişilerin birbirlerinden borç para istemeleri sıkça karşılaşılan bir durumdur. Kabul etmek gerekir ki “borç verip kötü olunacağına borç vermeyip kötü olmak” daha iyidir. Dolayısıyla ilk kural kimseye borç vermemektir. Bu kurala bir şekilde riayet edilmeyip borç verildiğinde ise aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir.

Öncelikle işlem kesinlikle yazıya dökülmeli, tarafların kimlik bilgileri, tarafların tebligata elverişli adresleri, borç olarak verilen tutar ve bu tutarın alacaklıya hangi tarihte geri ödeneceği  (vade) muhakkak belirtilmelidir. İmzalar atıldığı esnada borç olarak verilen tutar borçluya zaten ödenmiş haldeyse bu husus da mutlaka belirtilmeli ve böylelikle, imzalanan belgeye alacaklı lehine “makbuz” niteliği kazandırılmalıdır. İmzalar atıldığı esnada borç olarak verilmesi taahhüt edilen tutar borçluya henüz ödenmediyse, bilahare yapılacak ödeme elden nakit olarak yapılacaksa mutlaka makbuz düzenlenmeli, banka yolu ile yapılacaksa “(…) tarihli sözleşme uyarınca borç olarak verilen tutar” dekont açıklaması ile gönderilmelidir. Belirtilenlere ek olarak borçludan bir emre muharrer senet (bono) (ve hatta mümkünse çek) alınması da pekala borcun tahsil kabiliyetini önemli ölçüde artıracaktır.

Aşağıda özetlenen Yargıtay kararına (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin E. 2024/248, K. 2024/1217, 25.03.2024 tarihli kararı) konu olay, borç verirken vadeyi belirlemenin ne kadar önemli olduğunu gösteren ibretlik bir örnek içermektedir. Karara konu olayda iş arkadaşına banka kanalı ile ve “borç” dekont açıklaması ile borç veren alacaklı (davacı), sözlü olarak talep etmesine rağmen alacağını alamayınca borçluya noter marifetiyle ihtarname göndermiş ve alacağını talep etmiştir. Söz konusu ihtarname borçluya 01.10.2019 tarihinde tebliğ edilmiş, ödeme yapılmaması üzerine alacaklı 07.10.2019 tarihinde yani 6 gün sonra borçlu aleyhine icra takibi başlatmış, borçlunun itirazı üzerine de itirazın iptali davası açmıştır.

Alacaklı borcu verdiğini banka dekontları ile ispatlayabildiğine göre borçluya karşı açtığı bu davayı kazanmasının beklenmesi çok doğaldır. Ne var ki hukuk herkese ara sıra bazı “şakalar” yapabilmektedir. Şu kadar ki; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun “Geri Verme Zamanı” başlıklı 392‘nci maddesi aynen şöyledir:

“Ödüncün geri verilmesi konusunda belirli bir gün ya da bildirim süresi veya borcun geri istendiği anda muaccel olacağı kararlaştırılmamışsa ödünç alan, ilk istemden başlayarak altı hafta geçmedikçe ödüncü geri vermekle yükümlü değildir.”

Tek cümleden ibaret bu kanun maddesi borcun vadesine ilişkin birden fazla durumu zikretmekte, bu durumlardan hiçbiri somut olayda mevcut değilse borcun vadesinin ne zaman dolacağını düzenlemektedir. Öncelikle kanun maddesi tarafından öngörülen durumları inceleyelim:

  1. Ödüncün (yani borcun) geri verilmesi konusunda “belirli bir gün” kararlaştırıldığı durum: Hukukta buna zaten “belirli vade” denmektedir. Vade belirli ise, borç vade tarihinde kendiliğinden “muaccel” olur yani ödenmesi gerekir. Herhangi bir ihtara vb. gerek yoktur.
  2. Ödüncün (yani borcun) geri verilmesi konusunda bir “bildirim süresi” kararlaştırıldığı durum: Burada kastedilen, borcun, alacaklının borçluya hitaben yapacağı bir bildirimden belirli bir süre sonra muaccel olmasıdır. Bu durumda “belirlenebilir vade” söz konusu olup bildirim süresinin sonunda borç kendiliğinden muaccel olacaktır. İkinci bir bildirime vb. gerek yoktur.
  3. Ödüncün (yani borcun) geri istendiği anda muaccel olacağının kararlaştırıldığı durum: Burada  “belirli” ya da “belirlenebilir” bir vade söz konusu değildir. Alacaklı borcunu ne zaman geri isterse borç o zamanda (derhal) muaccel olur ve ödenmesi gerekir.

Kanun maddesi ile belirtilen ve yukarıda izah edilen bu üç halden bir tanesinin varlığını ispat yükü alacaklıya düşer. Borç verme işlemi yazıya dökülüp imzalanmadıysa alacaklı ispat yükünü yerine getiremeyecektir. Bu durumda, yukarıda alıntılanan kanun maddesi uyarınca borç “ilk istemden başlayarak altı hafta sonra” muaccel olacaktır. Yargıtay kararına konu olayda “ilk istem” 01.10.2019 tebliğ tarihli noter ihtarnamesidir. Alacaklı, 01.10.2019’dan itibaren 6 hafta bekleyip ondan sonra icra takibine girişmesi gerekirken bunu yapmamış, vekili olmasına rağmen sadece 6 gün sonra (07.10.2019) o tarihte henüz muaccel olmayan bir  borç için icra takibi yapmıştır. Hal böyle olunca Yargıtay da aşağıdaki şekilde hüküm vermiştir:

“Emsal Yargıtay kararlarında belirtildiği üzere 6098 Sayılı Kanun’un 392. maddesinde yer alan ”Ödünç alan, ilk istemden başlayarak altı hafta geçmedikçe ödüncü geri vermekle yükümlü değildir.” ibaresinden, alacaklının ödünç verdiği şey için dava açması ya da takip başlatması için ilk istemden başlayarak altı hafta beklemesi gerektiği, alacağın bu süre sonunda muaccel olacağı, muaccel olmayan bir alacak için dava ve takip başlatılmasının mümkün olmadığı, muaccel olmayan bir alacak için açılan davada 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendi kapsamında hukuki yararın bulunmadığı ve kanunda yer alan bu ibarenin dava şartına ilişkin olduğu ve Mahkemece verilen ret kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmaktadır.”

Görüldüğü üzere karara konu olayda iş arkadaşına borç veren alacaklı hem alacağını geri alamamış, hem de geri almak için açtığı davayı yukarıda ziyadesiyle açıklanan hususlara dikkat etmediği için kaybetmiştir. Bu durumlara düşmemek için en basit hukuki işlemde dahi azami dikkat edilmesi herkes için bir zorunluluktur.