“Sözleşme serbestisi” ilk anda yanlış anlaşılmaya müsait bir kavramdır. Sözleşme serbestisini “taraflar sözleşme ile diledikleri düzenlemeleri yapabilirler, her türlü hükmü serbestçe kararlaştırabilirler” şeklinde anlarsak yanlış yapmış oluruz. Zira bir hükmün bir sözleşme içeriğinde açıkça yazılı olması o hükmün mutlaka geçerli ve bağlayıcı olduğu anlamına gelmez. Bu durum, hukukçu olmayan kişilerin anlamakta en çok zorluk çektiği gerçekliklerden biridir. Emredici hukuk kuralları şeklinde tanımlanan kurallar öyle kurallardır ki aksi taraflarca (isteseler de) kararlaştırılamaz. Keza kanuna göre “ahlaka aykırı” sözleşme hükümleri de kesin hükümsüz olup, hiçbir hukuki sonuç doğurmazlar. Örneğin, alacaklı A’nın borçlu B’ye verdiği borcun B tarafından vadesinde ödenmemesi halinde A’nın B’yi falakaya yatırma hakkına sahip olacağına dair bir sözleşme hükmü ahlaka aykırı olup geçersizdir.
Tabii ki iş hayatında yukarıdaki örnekteki gibi absürd hükümlerle karşılaşılmaz. Ancak öyle hükümler vardır ki okuyan kişilerde “E tamam işte sözleşmede açıkça yazıyor” dedirtmelerine ve pekala makul hükümlermiş gibi gözükmelerine rağmen geçersizdirler. Taşınmaz kira hukuku “aksi kararlaştırılamayacak” emredici hükümlerin en çok rastlandığı hukuk alanlarının belki de başında gelmektedir. Gerçekten de kanun, sözleşmenin zayıf tarafı olarak gördüğü kiracıyı korumak amacıyla birçok emredici hüküm getirmiş ve bu cihetle sözleşme serbestisini oldukça kısıtlamıştır. Örneğin belirli bir aya ilişkin kira bedelinin süresinde ödenmediği durumda geri kalan aylara ilişkin kira bedellerinin kendiliğinden muaccel olacağı (muacceliyet kaydı), aylık kira bedelinin her yıl TÜFE oranının 2 katı oranında artırılacağına ilişkin bir sözleşme hükmü, kira süresi sonunda taşınmazın kiraya verenin talebi üzerine kendiliğinden tahliye edilmesi gerektiğine dair bir sözleşme hükmü gibi düzenlemelerin tamamı, sözleşmede açıkça yazsa, altı çizili olarak yazsa, çifter çifter imzalansa, parmak basılsa ve mühürlense bile geçersizdir.
Sonuç olarak, her türlü özel hukuk meselesinde kanun koyucunun belirli bir çerçeve (sözleşme serbestisinin çerçevesi) çizmiş olduğu her zaman hatırda tutulmalı ve bu çerçevenin dışına çıkılmamasına özen gösterilmeli, pekala çıkılsa bile karşılaşılacak yaptırımın “geçersizlik” olacağı bilinmelidir.